19 Ağustos 2008 Salı

ERGENİN GEÇ OLGUNLAŞMASI VE CİNSEL GELİŞİM

ERKEN VE GEÇ OLGUNLAŞANLAR

Lisedeki yıllarınızı düşünün. Bizim betimlediğimize benzer
arkadaşlarınız var mıydı ya da insanlar tanıyor muydunuz?
Örneğin "sırık" olarak tanınan bir Joe vardı. Büyüme atılımı
başını ve omuzlarını arkadaşlarının ve öğretmenlerinin üstüne
çıkartmıştı. Sesi "Old Man River" şarkısını söyleyecek kadar
derindi. Bıyık bırakmaya ve on dört değil on sekiz yaşındaymış
gibi görünmeye başlamıştı. Yetkin bir eşgüdümü vardı. Kendisinden
iki sınıf ilerde olan çekici bir amigo kızla çıkıyordu. Bir de
herkesin "bodur" diye çağırdığı sınıf arkadaşı Wally vardı.
Joe'dan yaklaşık bir yaş büyük olan Wally ondan yirmi üç santim
daha kısaydı. On beş yerine on iki yaşında görünmesine karşın
yüksek bir sesi vardı, kızlarla çok seyrek çıkıyor ya da partilere
pek az gidiyordu. Kızlara gelince... Kız basketbol takımının
yıldızı olan yaşlı "fasulye sırığı" Gretchen'i anımsıyor musunuz?
Gretchen Joe'dan bile uzundu, daha kısa görünmek için kamburunu
çıkararak yürürdü ve fakülte öğrencisi izlenimini bırakırdı;
kendisinden beş santim daha uzun olan biriyle çıkardı. Ya,"koca
popolu/yağ tulumu" olduğu için herkesin "Crisco yağı" diye çağırdığı
Alice'e ne dersiniz? Alice Wally'den yaklaşık iki buçuk santim
daha kısaydı, sanki sekizinci sınıftaymış gibi görünüyordu,
genellikle kendisiyle çıkmak isteyenler yedinci sınıftan birileri
olduğu için telefona yanıt vermekten nefret ediyordu.

Hepimiz bu betimlemelerden birine tam tamına uygun düşen
bir kız ya da oğlan çocuk tanıyoruz büyük olasılıkla. Hatta onlardan
biri de olabiliriz. Erken ya da geç olgunlaşma onların ergenlik
sırasındaki gelişimini ve uyumunu nasıl etkilemiştir?
Araştırmalar erken olgunlaşan oğlanlar'ın daha fazla avantaja
sahip olduğunu düşündürmektedir. Olduklarından daha yaşlı
görünen bu çocuklar çoğu zaman yetişkin muamelesi görmekte ve
onlara daha fazla sorumluluk yüklenmektedir. Yetişkinlerle ve
kızlarla daha olgun bir düzeyde ilişkiye girmekte ve yaşıtları
arasında liderliği üstlenmektedirler. Öte yandan, geç olgunlaşan
oğlanlar birtakım dezavantajlara sahip görünmektedirler. Yetişkinler
ve okul arkadaşları onlara çocuk gözüyle bakmakta ve
böyle davranmaktadırlar. Bu çocuklar kendilerini güvensiz ve
aşağı hissedebilirler ve dikkat çekmeye yönelik davranışlarda
bulunabilirler.

Erken olgunlaşan kızlar, özellikle hala ilkokulda iseler,
önce avantajsız görünmektedirler. Ama bir yıl ya da biraz daha
sonra yaşıtlarının hayranlığını çekebilmekte, kendilerinden daha
büyük olanlarla olgun ilişkiler kurabilmekte ve olumlu benlik
kavramına sahip olabilmektedirler. Son olarak, geç olgunlaşan
kızlar, geç olgunlaşan oğlanlarla bazı sorunları paylaştıklarında,
bunu çok kötü yaşamıyorlar; çünkü toplum erkeklerden ne
beklediğini daha kesin biçimde tanımlıyor ve kızlardaki sapmalara
daha fazla hoşgörü gösteriyor.

CİNSEL GELİŞİM

Az önce bedensel gelişim olarak gördüğümüz değişimlerin
bazıları kolayca cinsel gelişim bölümüne de sokulabilir. Ancak
burada, cinsellik'i ya da cinsel karakterin, duyguların, tutumların
ve onlara eşlik eden davranışların anlatımını vurgulayacağız.

Ergenlikte ortaya çıkan bütün biyokimyasal değişimlerin en
önemli etkilerinden biri cinsel dürtülerdeki ve duygulardaki artıştır.
Birçok ergen için bu yeni keşfedilen duygular şaşkınlık ve
kaygı kaynağı olabilir. Kennedy'nin belirttiği gibi, "bütün
bilgilerimize, içinde yaşadığımız çok değişken cinsel çevreye karşın,
cinsellik konusundaki egemen duyguların hala kaygı ve rahatsızlık
olduğu görülmektedir" (1974, s. 56).

Burada kullandığımız cinsellik terimi cinsel ilişkiden çok
daha fazla bir anlama sahiptir. McKinney ve arkadaşlarının
(1977) betimlediği gibi, "Cinsellik bir kültürün ahlaki ve dinsel
inançlarıyla, hukuk sistemiyle, çocuk yetiştirme uygulamalarıyla,
aynı zamanda insanların başka biri ve kendi kendileri
karşısında aldıkları tutumla çok yakından ilişkilidir" (s. 49).
Böylece cinsellik Havighurst'un üç gelişim görevini içermektedir:
Her iki cinsten yaşıtlarıyla yeni ve daha olgun ilişkiler kurmak,
anababadan ve diğer yetişkinlerden duygusal bağımsızlığı
gerçekleştirmek, evliliğe hazırlanmak.

Bir insanın cinselliği, önce bir ergen, sonra bir yetişkin olarak,
anababadan, yaşıtlardan, arkadaşlardan, basın, radyo ve
televizyondan, kültürel beklentilerden ve kalıpyargılardan değişik
biçimlerde etkilenir. Kültürel çevremiz, dergilerle, kitaplarla,
televizyon ve filmlerle cinsel uyarım sağlayan, bir insanın
cinselliği üzerinde pek iyi tanımlanmamış ahlaki yönergelerle,
gebeliği önleme yöntemleri ve kürtaj aracılığıyla daha büyük bir
denetim sağlayan bir çevre olarak, anababalarımızın ve büyük
anababalarımızın kültürel çevresinden büyük ölçüde farklılaşmaktadır.
Ergenler toplumun yeni açılımlarını yansıtırlar ve cinsel
davranışı ahlak ve yasa konusu olmaktan çok, kişisel bir
seçim konusu olarak görmeye yönelirler. Erkek ergenlerin yalnızca
yüzde 28'i ve kız ergenlerin yüzde 44'ü tutumlarının anababalarının
tutumlarıyla aynı olduğuna inanmaktadır (Sorenson,
1973). Bununla birlikte, bugünün ergenleri daha bilgili ve tutumlarında
daha açık görünüyor olsalar da, yeni yeni ortaya çıkan
cinselliklerini anlamada ve onunla başaçıkmada daha az güçlük
çekiyor görünmüyorlar.

Thornburg'a (1975) göre, ergenler cinsellik hakkındaki bilgilerini
yaşıtlarından (% 37.8), yayınlardan (% 20.9), okuldan (%
19.5), anneden (% 13.4), babadan (% 2.1), kişisel deneyimden (%
5), din adamlarında ve doktorlardan (% 1.3) elde etmektedirler.
Anababaların yalnızca yüzde 15 dolayında belirtilmesi ve annelerin
bilgi kaynağı olarak babalardan (ki din adamları ve
doktorlardan biraz ilerdeler) altı kat daha fazla bildirilmesi
olgusunun şaşırtıcı olmaması olanaklı değildir.

Birçok ergen için cinselliğin ilk anİatımı, normal olan ve "eski
öğütler"e karşın, bedensel ya da psikolojik hasarlar yaratmayan
mastürbasyon'dan gelmektedir. Sorun, bir ergen ya da yetişkin
mastürbasyon hakkında suçluluk duygusu geliştirdiği zaman ortaya
çıkmaktadır; gerçekte mastürbasyon cinselliğin ergenlerin
pek az tartıştığı bir yönüdür. Hala yaygın biçimde uygulanmaktadır
ve Kinsey (1948 ve 1953) erkek üniversite öğrencilerinin %
96'sının ve kız öğrencilerin % 63'ünün mastürbasyon yaptığını bildirmiştir.
Yani sayılar azalma olmadığını göstermekte ve daha
küçük kızlar arasında artış olduğunu düşündürmektedir. Son yirmi
yılda çıkma (dating), okşaşma (petting), mastürbasyon, eşcinsel
ilişki ve evlilik öncesi cinsel ilişki konusunda yapılmış görgül
araştırmalar üzerinde eleştirel bir inceleme yürüten Diepold ve
Young (1979), "kadınların cinsler arasındaki farkı derece derece ve
düzenli biçimde kapattıkları" (s. 45) sonucuna varmıştır.

Cinselliğin anlatım bulabildiği olası bir alan, genellikle
karşılıklı mastürbasyonla sınırlı olan eşcinsel deneyim alanıdır.
Elias ve Gebhord'a (1969) göre erinlikteki ve ilk ergenlikteki bu
tür deneyimler erkeklerin % 52'si ve kızların % 35'i tarafından
bildirilmektedir. Ergenlerin büyük bir çoğunluğu için bu yalnızca
bir denemedir ve ergenler karşı cinsel ilişkileri geliştirmeyi
sürdürürler. Küçük bir azınlık bu tür etkinlikleri kendi birincil
cinsel alanı haline getirir. Poneroy (1969), erkeklerin yüzde 4'ünün
ve kızların yüzde 3'ünün kendini eşcinsel saydığını belirtmektedir,
ama bu sayılar büyük olasılıkla artık doğru değildir.

Bu iki davranışa ek olarak cinsel ilişkiyi içermeyen diğer
davranışlar da vardır. Luckey ve Nass (1969), Birleşik Devletler,
Kanada, İngiltere, Almanya ve Norveç'teki ergenlerin bazı
cinsel davranışlarına ilişkin verileri yayınladı. Bu veriler erkek
ve kadının davranışı arasındaki boşluğun daraldığını, farkın
azaldığını göstermektedir.

Güvenilir olgulara ve sayılara ulaşamadığımız alan üçüncü
alan, yani güncel cinsel ilişki alanıdır. Evlilik öncesi cinsel
deneyimlere ilişkin yayınları gözden geçiren biri, çatışmalı bulgular
sergileyen araştırmaların, taramaların, raporların, kamuoyu
yoklamalarının ve diğer veri kaynaklarının inanılmaz sayısından
dehşete düşer.

Tarih boyunca toplumlar cinsel davranış için yönergeler oluşturdular;
söz gelimi, Amerikan kültürü de geleneksel olarak ergenler
arasında cinselliğin açık anlatımını hoş görmemiştir. Kuşkusuz,
başlangıçta, erkek çocukların evlilikten önce "gençlik çılgınlıkları"
yapmalarına izin veren, ama kızların bakire kalmasında
ısrar eden "çifte standart"ı bu kültür kabul etmiş ve yüreklendirmiştir.
Son elli, kırk, otuz, yirmi, on ya da beş yılda genç
insanlar arasında cinsel bir devrim oldu mu? Eğer olduysa bu cinsel
serbestlik ve özgürlük anlamına mı, yoksa toplumumuzun ahlaki
çöküşü anlamına mı gelmektedir? Araştırmaların her zaman
kıyaslanabilir olmadığını ve bulguların sık sık çatışmalı olduğunu
akılda tutarak, bazı araştırmacıların uzak geçmişte ergenler
arasında evlilik öncesi etkinlik konusunda ne bulduklarına bakalım.
Her iki cinsin de evlilik dışı cinsel ilişkileri büyük ölçüde
kabul ettiği konusunda genel bir kabul olduğu görülmektedir. Güncel
davranış ise, en büyük değişim kızlarda olmak üzere, değişmiş
görünmektedir. Örneğin Packard (1970), kanıtları yeniden
gözden geçirdikten sonra, kızlar ve kadınlar arasında evlilik
öncesi cinsel ilişkinin 1920'den beri iki kat arttığı, oysa erkekler
arasında "ılımlı ama düzenli" (s. 139) bir artış olduğu sonucuna
varmıştır. Packard daha sonra 2200 üniversite öğrencisinin tutumlarını
taradı ve bulguları genellikle daha önceki bulgularına
uygun çıktı. Ama yazar, sonuçların cinsiyete, gidilen okulun süresine
ve türüne, bölgeye, dinsel inançların gücüne bağlı olarak
büyük bir çeşitlilik gösterdiği konusunda uyarmaktadır. Örneğin
Ortabatı Amerika'da, devlet okulu ya da kiliseye bağlı kurumlardaki
öğrenciler, hem Doğu hem Batı kıyılarındaki özel okullara
giden öğrencilerden daha tutucudurlar. Hunt, araştırmasına
yazdığı sonsözde, "Standartlarda kaotik ve anarşik bir erime
yoktu; ama daha çok, en önemli bazı toplumsal değerlerimizde
ve topluluk, sevgi, evlilik ve aile kurumlarıyla bütünleşmiş
kılan yeni bir dizi tutuma ve davranışa doğru büyük bir kayma
vardı" (1974, s. 362) demektedir.

Başka birçok araştırma evlilikten önce cinsel ilişkiye giren
erkek sayısının son yirmi yılda değişmediğini, ama kadınlarla
ilgili sayıların çarpıcı biçimde arttığını buldu (Bell ve Chaskes,
1970; Christensen ve Gregg, 1970). Daha açık bir anlatımla, Kinsey
1948'de ve 1953'te erkeklerin % 25'inin ve kızların % 10'unun
on sekiz yaşında cinsel ilişki yaşadığını bildirmişti. 1952'de Zelnik
ve Kantner ergen kızların % 46'sının on dokuz yaşındayken
cinsel ilişki yaşamış olduğunu ve 1957'de bu sayının % 55'e çıktığını
buldu. Hunt (1974) ortaya daha da hayret verici veriler koyarak,
yüksek öğrenimin eşiğinde olan erkeklerin % 50'sinin ve
daha fazla eğitim görmeyi planlamayan erkeklerin % 75'inin
cinsel ilişkiye girdiğini saptadı.

Ergenlerdeki cinsel davranışın 1920 ile 1960 arasında görece
az değiştiğini düşünen biri için, keskin artışlar 1960'tan itibaren
tutumlarda ve davranışlarda büyük bir atılım göstermektedir.
Kobinson ve arkadaşları (1972), 1965'te ankete giren erkeklerin %
33'ünün ve kızların % 70'inin evlilik öncesi cinsel ilişkileri ahlakdışı
bulduğunu gösterdi. Beş yıl sonra 1970'te sayılar erkekler
için % 14, kızlar için % 34'tü. Vener ve Stewart da (1974), ergenlerin
çoğunun erken bir yaşta cinsel deneyimleri olmasıyla ve
kızların erkeklere yetişmesiyle, daha izin verici standartlara
doğru bir eğilim gördü. En iyi düzenlenmiş araştırmalardan biri
olan, coğrafi, etnik ve sosyoekonomik çeşitliliği yansıtan 411 denekli
dikkatle seçilmiş bir örnekleme dayanan araştırma da (Sorenson,
1973) benzer sonuçlara ulaştı. Sorenson, on üç-on beş yaşlarındaki
erkeklerin % 44'ünün, kızların % 30'unun evlilik öncesi
cinsel ilişkileri olduğunu bildirdiklerini belirtmektedir.

Ancak, cinsel etkinlik arttığı halde rastgele cinsel ilişki
belirgin olarak artış göstermemektedir. Gerçekte, bugünün gençliği
önceki kuşaklarda yaygın olan rastgele deneyimleri reddetmekte,
sonuçta evliliğe varabilecek ya da varmayabilecek tekil,
sevecen ilişkileri vurgulamaktadır. Bütün bunların "cinsel devrim"
mi, yoksa "cinsel evrim" mi olduğu tartışmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder