HAVANIN VE DENİZİN ESRARI
BATI ATLANTİKTE, Amerika Birleşik Devletle- rinin kıyılarına yakın, genellikle üçgen biçi¬minde diye tanımlanan bir yöre vardır. Kuzeyde Bermuda'dan, Florida'nın güney kıyılarına, oradan doğuya, Bahama'lara, Porto Rico'dan öte, 40° boy¬lama yakın bir noktaya, daha sonra yine kuzeye, Bermuda'ya birer doğru çizerseniz, bu üçgeni kaba görünümüyle elde etmiş olursunuz. İşte bu alan, dünya kayıtlarına göre insanı en tedirgin eden, an¬laşılmaz kaybolma olaylarının rekorunu elinde tut¬maktadır. 1945'den bu yana bu bölgede 100'ü aş¬kın uçak ve gemi iz bırakmadan yok olmuş, son 26 yıl içinde 1000'den fazla insan kaybedilmiştir. Buna karşılık, denizlerde ne bir ceset, ne de kay¬bolan uçak ve gemilerden en küçük bir enkaz par¬çası ele geçmiştir. Günümüzde hava ve deniz yollarının eskiye oranla çok daha tecrübeli olmasına, daha sık seferler yapmasına, aramaların daha ku¬sursuz uygulanıp kayıtların daha dikkatle tutulma-
BERMUDA .ŞEYTAN. ÜÇGENİ
sına rağmen, kaybolma olayları gittikçe sıklaşan bir tempoda, hâlâ sürüp gitmektedir.
Uçakların çoğu, ya üsleriyle ya da inmek üze¬re oldukları alanlarla normal radyo bağlantılarını kaybolma anına kadar sürdümüşlerdir. Bir kısmının ise garip radyo mesajları verdikleri biliniyor. Bu arada aletlerinin çalışmaz olduğunu, pusla göster¬gelerinin fırıl fırıl döndüğünü, güzel bir gün olma¬sına rağmen gökyüzünün birden sapsarı kesildiğini ve puslandığını, aşağıdaki okyanusun az önceki nor¬mal halinde olmayıp "garipleştiğini" söyleyenler ol¬muş, fakat kimse bu "garipliğin ne olduğunu açık¬ça tanımlamaya fırsat bulamamıştır.
5 Aralık 1945 günü Fort Lauderdale Deniz-Ha-va üssünden havalanan beş askerî uçakla, onları kurtarmak üzere gönderilen Martin Mariner uça¬ğı, kayıplar listesinin en dikkati çeken olaylarından biridir. Bütün aramalara rağmen uçaklardan ne bir canlı, ne bir cankurtaran salı, ne deniz üzerinde bir yağ sızıntısı, ne de bir enkaz bulunabilmiştir. Nice yolcu uçağı bu yörede iniş talimatı alırken yok ol¬muş, Denizcilik Soruşturma Kurulu raporlarında be¬lirtildiği gibi, sanki gökteki bir delikten öte tarafa geçip kaybolmuştur. İrili ufaklı gemiler ve tekne¬ler, tayfalarıyla birlikte başka bir boyuta götürül-müşcesine, enkaz bırakmadan ortadan silinmiş, Marine Sulphur Queen gibi 140 metre uzunluğunda şilepler, U.S.S. Cyclops gibi 19.000 tonluk, 309 kişi taşıyan koca gemiler sırra kadem basmıştır. Bu ara¬da birçok defa da üçgen içinde tayfasız, kendi ba¬şına sürüklenip duran gemilere rastlanmıştır. Bun¬ların içinde zaman zaman bir kanarya, ya da bir
BERMUDA .ŞEYTAN. ÜÇGENİ
köpek gibi, olup bitenleri anlatamayacak bir tek canlı görülebilmektedir. Yine de, bir seferinde ge¬mideki konuşan papağanın tayfalarla birlikte kay¬bolduğunu eklemek oldukça ilginçtir.
Bermuda Üçgeni içinde açıklanamayan kay¬bolma olayları bugüne kadar sürüp gitmektedir. Ne zaman bir gemi ya da uçak yerine varmakta gecikse, veya "aramalara son verilmiştir" biçimin¬de rapor edilse, herkesin en doğal tepkisi, duru¬mu hemen eskiden beri olagelen olaylara bağla¬maktır. Kamuoyu giderek bu yörede bir terslik ol¬duğuna daha çok inanmaktadır. Son zamanlarda üçgen içinde inanılmaz serüvenlerle karşılaştıkları halde kurtulabilen uçak ve gemilerden edinilen bil¬giler, garip bir deniz folkloru oluşmasına neden yaratıyor. Ama yine de bu yörede uçak ve gemi¬lerin başına belâ olan gizli tehlike hâlâ hiç bir
açıklığa kavuşamıyor.
Süregelen kaybolma olaylarını açıklamak için en çeşitli ve hayal gücü en geniş fikirler ileri sü-rülmekte, ciddî ciddî tartışılmaktadır. Bu düşünce¬ler arasında depremlerin doğurduğu, apansız orta¬ya çıkan gel-git dalgaları, deniz canavarlarının sal¬dırıları, başka bir boyuta geçişe yol açan bir za-man - uzay kavşağı, uçakların çarpışmasına, gemi¬lerin denizde kaybolmasına yol açan elektroman¬yetik ve gravitasyonel hortumlar, deniz altından ve¬ya gökten gelen uçan dairelerdeki kimselerin, bu¬günkü dünya canlılarından örnekler alıp bunları belki geçmiş çağlardan kalma uygarlıklarına, belki uzaydaki bir yıldıza, belki de gelecek çağlara gö¬türme istekleri, bile sayılabilir.
BERMUDA .ŞEYTAN" ÜÇGENİ
İleri sürülen öneriler arasında en ilginç olan¬larından biri, "uyuyan peygamber" adıyla tanınan, hastaları iyileştirip mucizeler gösteren ve sonunda 1944 yılında ölen Edgar Cayce tarafından savunu¬lan fikirdir. Henüz laser ışını diye bir şeyin varlı¬ğı bile düşünülemediği sıralarda Cayce, Batık Kıta Atlantis'de yaşayanların, özellikle Bimini adası do¬laylarında, kristalleri enerji kaynağı olarak kullanma yöntemini uyguladıklarını söylemiş, Atlantis'in Ba-hama'larda, Andross adasının açığında battığını, bu¬gün deniz altında kalan böyle kristal parçalarının o yöredeki kaybolma olaylarını etkileyebileceğini anlatmıştır.
Ne olursa olsun, esrarın açıklaması veya çö¬zümü yine denizle ilgili gibi gözükmektedir. Esa¬sen denizin dünya insanları için bugün en büyük esrar durumunda olduğu da açıktır. Her ne kadar kendimizi uzayın eşiğinde görsek, dikkatimizi uza¬yın derinliklerine çevirip, dünyanın artık bizler için hiç bir sırrı kalmadığını düşünsek de, yer kürenin beşte üçünü oluşturan okyanus dipleri hakkındaki bilgilerimizin, ay kraterleri hakkında bildiklerimiz¬den çok daha az olduğu bir gerçektir. Gerçi deniz dibinin derinliklerini belirten girintili çıkıntılı hal¬kaları haritalarımıza epey zamandan beri işlemiş bulunuyoruz; önce mekanik ses denemeleriyle, da¬ha sonra sonar sistemle, denizaltı ve batisfer ke-şifleriyle, su altı fotoğraf makineleri ve film maki¬neleri kullanarak yüzeydeki ve derinlerdeki akıntı¬ları taramış, kıta sahanlıklarında petrol bulmaya ça¬lışmış, yakında bu aramaları daha da derinlere gö¬türmeye hazırlanmış bulunuyoruz ama, yine de bu
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
konuda gerekli her bilgiyi edinmiş olduğumuz el¬bette söylenemez.
Soğuk savaşın gelişmesiyle birlikte, denizaltı filolarına verilen önem de artmıştır. Fransız donan¬masının Akdeniz'de, Amerikan donanmasının Atlan¬tik'te karşılaştığı güçlüklere rağmen, bulgular ka¬muoyuna açıklanırsa deniz dipleri hakkındaki bil¬gimiz kuşkusuz çok genişleyecektir. Fakat bütün bunlarla birlikte, okyanusların en derin çukurların¬da bizleri oldukça şaşırtacak sürprizlerle karşılaş¬mamız olasılığı vardır. Çukurların bulunduğu düz¬lük ve bunun içindeki vadiler, hiç beklemediğimiz bir faunayı barındırıyor olabilir. Coelacanth adıyla bilinen ve tarih öncesi çağlarda yaşadığı, sonradan soyunun tükendiği kabul edilen balığın, 1938 yılın¬da Hint Okyanusunda canlı olarak bulunduğunu bi¬liyoruz. Dört ayağı olan bu mavi balık, günümüz¬den altmış milyon yıl önce yaşamaktaydı. Canlısı görülmeden önce ele geçen en yeni fosil, M. Ö. 18.000.000 tarihini taşımaktaydı.
Bundan başka, güvenilir gözlemcilerin "deniz yılanı" konusunda verdikleri ayrıntılı bilgileri de ya¬bana atmamak gerekir. Bu insanların Pliocene mo-nosaurus'a, ya da ichthyosaurus'a benzer bir ya¬ratığı sağ ve canlı olarak gördüklerini söylemek¬ten hiç bir çıkarları olmayacağını hepimiz biliyo¬ruz. Ayrıca böyle bir iddiayla ortaya çıkmak pek çoğuna bir hayli şey kaybettirebilir bile. Zaman za¬man bu canlıyı gören tanıkların sayısının yüzü aş¬tığı da görülüyor, özellikle hayvan, Tasmanya ve Massachusetts dolaylarındaki plajlara, limanlara yaklaştığı zaman. Lock Ness Canavarı diye bilinen,
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
her nedense sevimli görünsün diye Nessie adıyla çağrılan dev çıyan balığının ise, sık sık fotoğrafı çekilmekte, ne yazık ki resimlerde pek net görün¬tüler elde edilememektedir.
Danimarkalı oseanograf Anton Broun bir ke¬resinde trolle sürüklenip gelen bir buçuk metre uzunluğunda bir larva görmüştür. Bu canlının er¬gin duruma geçtiği zaman boyunun yirmi dört met¬reyi bulacağını ileri sürmektedir.
Bu dev canlının ergin bir örneği bulunamamış-sa da, bunun dillere destan deniz yılanının boyun¬da olabileceği, hatta belki de bunca tanığın gö¬züyle gördüğünü ileri sürdüğü deniz yılanının ta kendisi olabileceği de düşünülebilir. Canlının bo¬yu, ara sıra ele geçen iskelet parçalarından, bir de balinaların sırtlarındaki diş izlerinden hesaplana-bilmektedir. Deniz altında geçen büyük mücadele sonucu, balinanın ısırılıp emilen yerinden pigment¬ler yok olmakta, saldıranın iriliği bu izden belli ol¬maktadır.
Gerçi okyanusların derinlikleriyle ilgili bilgile¬rimizin günden güne arttığı bir gerçektir. Ama göz¬lemlerimizin çoğu, rastlantı sonucu ele geçen ör¬neklerin değerlendirilmesine bağlı kalmaktadır. San¬ki uzaydan gelen bir uçan daire, dünya canlıların¬dan örnek almak istemiş, kürenin rasgele birkaç yerine ağ atmış, içine gelenleri toplamış gibi.
İyi tanıdığımız deniz canlıları bile, göçlerinde ve üremelerinde anlayamadığımız sırlar saklamakta-dır. Sözgelişi, Avrupa'nın ve Amerika'nın yılanba-lıkları çiftleşmek için Sargasso denizinde buluşmak-
BERMUDA "ŞEYTAN. ÜÇGENİ
ta, dönüşte ana-babalarının yurduna varabilenler an¬cak en genç yavrular olabilmektedir. Göçe Brezilya'¬dan başlayan tonbaliklari önce Nova Scotia'ya, sonra Avrupa'ya doğru ilerlemekte, içlerinden ancak ba¬zıları Akdeniz'e girmektedir. Dikenli İstakozlar de¬niz dibinde yürüyüşe geçtikleri zaman, önce kıta sahanlığının bitimine varır, sonra kıta yamacından aşağı, bilinmeyen derinliklere dalarlar.
Sırlar bu kadarla da kalmamaktadır. Okyanus tabanlarındaki çukurluklar her nedense aşağı yu¬karı aynı derinliği tutturmakta, yedi mil dolayların¬da kalmaktadır. Buralarda, böylesine korkunç bir basınç altında, yaşamlarını sürdürmekte olan can¬lılara şaşmamak elde değildir. Sonra bir de deniz¬lerde koca nehirler gibi akıp duran okyanus akın¬tıları vardır. Kimisi, derinliği değişen yüzey akıntı¬larıdır, kimi ise su yüzeyinden yüzlerce kadem de¬rinlerde ve yüzey akıntılarına ters yönde akar du¬rurlar. Büyük Okyanustaki Cromwell akıntısı aslın¬da bir su altı akıntısıyken, birkaç yıl önce nedense su yüzüne çıkmaya karar vermiş, sonra yeniden es¬ki düzeyine batmıştır. Genellikle bütün akıntılar dö¬nerler. Kuzey yarıküredekiler saat doğrultusunda, güney yarıküredekiler ise ters doğrultuda döner. Ama Benguela Akıntısı neden ötekilere uymaz da, dosdoğru akar durur?
Rüzgârlarla dalgalar da birer bilmecedir. En apansız patlayan ve en şiddetli olan fırtınalar, ge¬nellikle iki yere özgüdür: Batı Atlantik'teki Karaip Denizi ile, Güney Çin Denizi. Fakat başka yerlerde de, sakin görünen denizlerde birdenbire çok güçlü
BERMUDA -ŞEYTAN- ÜÇGENİ
dev dalgaların patladığı görülür. Bunların deniz di¬bindeki yer kaymalarından ve depremlerden doğ¬duğu ileri sürülmektedir.
Okyanusların mineral zenginlikleri bugün için hesap edilemeyecek kadar büyüktür. Petrolün ya¬nı sıra bu minerallerin de işletilmesi ve çıkarılması, geleceğin malî görünümünü büyük ölçüde etkileye¬bilir. Koruyucu deniz örtüsü, geçmiş uygarlıkların kalıntılarını da örtmektedir. Bunların çoğu, Akdeniz ve Atlantik kıta sahanlıklarının sığ sularında görü¬lebilmektedir. Ama daha derin yörelerde başka ka¬lıntıların da bulunabileceği açıktır. Sözgelişi Peru sahilinin bir mil kadar dışında, batık binalara ait olduğu sanılan oymalı sütunların fotoğrafları çekil¬miş, böylelikle burada, uygar insanların yaşadığı bir kara parçasının batıp sulara gömüldüğü fikri doğmuştur. Dünya okyanuslarının birçok yerinde uygarlıkların su altına battığı söylentileri hâlâ sü¬rüp gelmektedir. Bu arada, Atlantik ortasında, Ba-hama'larda battığı söylenen Atlantis'ten başka, do¬ğu Akdeniz için de benzer söylentiler dolaşmakta¬dır. Paskalya adasının esrarından, Güney Pasifik'¬te kaybolduğu söylenen başka uygarlıklardan, ku¬tuplar yer değiştirmeden önce Antarktika yöresinde yaşayan ve bugün kalın bir buz tabakasının altına gömülmüş olduğu anlatılan bir uygarlıktan bile söz edilmektedir.
Okyanus tabanının bazı bölümleri hâlâ hare¬ket halindedir. 1973 mayısında, Japonya yakının¬daki Bonin çukuru, eski derinliğine oranla altı bin kadem yükselmiştir. Orta Atlantik yöresinde görü¬len yılda yüz bin depremin bir çoğu, efsanevî At-
BERMUDA "ŞEYTAN. ÜÇGENİ
lantis kıtasının yerinde sayılmaktadır. Bir de sahte dip sorunu vardır. Ses denemelerinde bu olay sık sık kendini göstermekte, tabanın eski kayıtlara oranla çok daha yukarda yer aldığı kanısını ver¬mektedir. Oysa bir süre sonra, yine ilk derinlik sa¬yısının elde edildiği görülür. Bazılarına göre bu sah¬te dip, orada o sırada bulunan bol sayıda balığın veya başka fauna'nın bir düzlem kadar sıklaşması ve sonar denemelerde sesin dibe varmadan geri dönmesine neden olması yüzünden bizi yanıltmak¬tadır. Bunun kadar garip diğer bir olay da, Golf Stream akıntısı içinde parıl parıl parlayan "beyaz su" yörelerinin varlığıdır. Bu parlaklığa, fosforlu bazı balıkların ışıklı sırtlarının sebep olduğu, veya radyoaktivite nedeniyle böyle bir görüntüyle karşı¬laşıldığı sanılmaktadır. Ne olursa olsun, beş yüzyıl önce Christoph Colomb'un bile dikkatini çeken, hat¬ta notlarına kaydetme gereğini hissedecek kadar önemli bulduğu, belirgin bir durumdur. Ayrıca, uza¬ya gitmekte olan astronotların son gördüğü dünya ışığı da bu ışık olmalıdır. Bütün bunlardan başka, kayan kıtalar kuramının varlığı da bir gerçektir. Kı¬taların zaman zaman birbirinden uzaklaştığı, ya da bir araya toplanarak süper-kıta'lan oluşturduğu kura¬mını gittikçe daha çok kişi kabul etmektedir. Dün¬yanın dönüşünün, yapısının ve niteliklerinin bu ola¬ya büyük ölçüde etken olabileceği de gözden uzak tutulamamaktadır.
Bugün için düşünmesi ilginç olan, fakat er geç nasılsa çözümlenebilecek bu tür esrarlarla, Bermu¬da Üçgeninin esrarı arasında çok fark vardır. Bir kere Bermuda Üçgeni, yolcular için bir dereceye
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
kadar tehlike niteliği taşımaktadır. Gerçi her gün üçgenin içinden sayısız uçak normal rotalarında gi¬dip gelmekte, irili ufaklı gemiler sularında seyret¬mekte, sayısız turist, başlarına bir belâ gelmeksi¬zin her yıl bölgeyi ziyaret etmektedir. Ayrıca, uçak¬lar ve gemiler yalnızca burada değil, dünyanın bir çok başka denizlerinde de kaybolmaktadırlar. Bun¬ların nedenleri çok çeşitlidir. Yalnız, deniz kazala¬rıyla "Yok olma" arasındaki farkı da gözden kaçır¬mamak gerekir. Deniz kazalarından ve kayıpların¬dan sonra ya bir enkaz, ya da yüzen bir kalıntı ele geçirilir. Oysa "yok olma" deyimi, bunlardan hiç bir şey ele geçmediğinin belirtisidir. Hem zaten dünyanın hiç bir yöresinde açıklanamayan yok ol¬malar bu kadar çok sayıda, bu kadar iyi incelenmiş ve saptanmış durumda, sadece burada apansız or¬taya çıkan olağanüstü olaylara dikkati çekmektedir. Bütün bu durumlar, rastlantı niteliğini "olanaksız"lı-ğın sınırlarına doğru itmektedir.
Birçok yetkili denizcilik ve havacılık kuruluşu, uçak, gemi ve yatların, ansızın patlayan fırtınalar¬la, sayısız denizcilik hataları ve kazalarla dolu böy¬le bir denizde kaybolmasını normal karşılamaktadır. Bu kuruluşların pek çoğu, Bermuda Üçgeni'nin var¬lığını bile reddetmekte, bu deyimin bir kuruntu ürü¬nü olduğunu, meraklı ve hayal gücü geniş okurların ilgisini çekmek için uydurulduğunu ileri sürmektedir¬ler. Seferlerini Bermuda Üçgeninin içinden geçir¬mek zorunda olan havayollarının bu görüşü benim¬sediği doğaldır. Fakat yine de, nice tecrübeli pilot, üçgenin yokluğundan pek de emin olamamaktadır. Aslında üçgenin yokluğunu savunanlar bir bakıma
BERMUDA .ŞEYTAN" ÜÇGENİ
haklıdır. Çünkü açıklanamayan yok olma olaylarının yatağı olan bu alan, belki üçgen biçiminde olma¬yıp, daha çok bir elipse de benzeyebilir. Belki de merkezi Bermuda dolaylarında olan, Florida'ya uza¬nıp Puerto Rico'yu da içine alan, doğuya doğru Sargasso denizini sarıp yine Bermuda'da kapanan bir daire parçasıdır. Dev bir dairenin parçası.
Bu oluşu enine boyuna incelemiş kişiler ge¬nellikle alanın yeri konusunda fikir birliği içinde¬dir. "Dünyanın Görünmeyen Sakinleri" adlı eserinde ve birçok makalesinde bu konuya eğilen Ivan San¬derson, alanın bir elips biçiminde olduğu sonucu¬na varmakta ve böyle alanların dünya yüzünde dü¬zenli aralıklarla sıralanmış olup sayılarının on ikiye vardığını, aralarında Japonya'nın ünlü "Şeytan De-nizi"nin de bulunduğunu söylemektedir. John Spen¬cer ise, tehlikeli bölgenin, kıta sahanlığı boyunca uzandığı görüşündedir. Ona göre alan, Virginia kı¬yılarının biraz açığından başlamakta, güneye doğ¬ru uzanıp Florida sahillerini yalamakta, Meksika körfezinden geçip, Karaip Adalarını ve Bermuda'yı sarmaktadır. Beri yandan, "Görünmez Ufuklar" kitabı¬nın yazarı Vincent Gaddis, Argosy dergisinde ya¬yınlanan bir yazısıyla alana "Bermuda Üçgeni" adı¬nı kazandırırken, sınırlarını şöyle çizmiştir: "Flori-da'dan Bermuda'ya, Bermuda'dan Puerto Rico'ya, oradan da yine Florida'ya çizilen doğrular arasın¬da kalan alan." John Godwin ise, "Şaşırtıcı Dünya" adlı eserinde, "Büyü Denizi" adını verdiği bu alanı bambaşka bir biçimde tanımlıyor. "Bermuda ile Vir¬ginia kıyıları arasında yer alan kaba bir dörtgen." Bermuda Üçgenine asla inanmayan Amerikan Sa-
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
nil Koruma Örgütü bile, bilgi isteyenlere üçgenin yerini çok nazik bir biçimde tanımlamaktadır. Bu tanımı Yedi Numaralı Sahil Koruma Bölge Müdür¬lüğünün 5720 sayılı sirküler yazısından almaktadır. Sözü geçen sirküler şöyle başlar:
"Bermuda Üçgeni, ya da Şeytan Üçgeni diye anılan hayal ürünü yer, Atlantik'te, Amerika Birleşik Devletlerinin Güneydoğu kıyılarında, açıklanamayan gemi, tekne ve uçak kayıpları¬nın çok yüksek bir oranda yer aldığı bir alan¬dır. Bu üçgenin köşelerinin Bermuda, Florida'-daki Miami, ve Puerto Rico'daki San Juan ol¬duğu kabul edilmektedir."
Meteorologlar Şeytan Üçgeninin sınırlarını, Bermuda'dan başlayıp kuzeye, New York'a kadar uzanan, güneyde ise Virgin Adalarına varan, batı¬ya doğru yelpaze gibi açılıp 75° batı boylamına değen bir biçimde tanımlamaktadır.
Bu kitapta anlatılan önemli gemi ve uçak kay¬bı olaylarının incelenmesi sonucu, okurlar Bermuda Üçgeninin biçimi konusunda kendi kararlarını ken¬dileri verebilecek duruma gelecektir. İç içe iki üç¬gen mi, dev bir elips mi, kare mi, yoksa kıta ve ada sahanlıkları boyunca uzanan bir alan mı olduğunun kararı okurlarımıza bırakılmaktadır.
Bu bölgede eski zamanlardan beri birçok ge¬minin yok olduğu, denizcilik örgütleri tarafından uzun zamandan beri bilinmektedir. Günümüze kadar ulaşan "Kayıp Gemiler Denizi," "Gemi Mezarlığı" deyimlerinin Sargasso denizine böylesine ısrarla mal edilmesi bu yüzdendir. Yok olan gemilerin kayıt-
BERMUDA "ŞEYTAN. ÜÇGENİ
iarı, 1860'dan bu yana böyle olayların çok daha sık-laştığını göstermektedir. Bunun nedeni belki de ka-yıtların son zamanlarda daha büyük bir dikkatle tutulmasındandır. Yok olma olayları, Amerikan iç savaşından sonra başlar. Yani olay konfederasyon yağmacılarının saldırılarıyla yorumlanamaz. Esasen en şaşırtıcı olay, İkinci Dünya Savaşından birkaç ay sonra yer almış ve ilk defa olarak, gemiler gibi, havada uçan uçakların da yok olabileceği kanısını doğurmuştur. Bermuda Üçgenine adını kazandıran olay da budur.
İKİNCİ BÖLÜM
YOK OLAN UÇAKLAR ÜÇGENİ
ÇGENE adının verilmesi, 5 Aralık 1945 günü, JJJ Amerikan Deniz-Hava kuvvetlerine bağlı altı uçağın personelleriyle birlikte kaybolmasından son¬radır. İlk beş uçak hemen hemen aynı zamanda kaybolmuştur. Olağan bir alıştırma uçuşunda. Ro¬taları Florida'daki Fort Lauderdale Deniz-Hava üs¬sünden 160 mil doğuya, kırk mil kuzeye ve ora¬dan da yine üslerine olmak üzere, bir üçgen bi¬çimindeydi. O zamana kadar "Şeytan Üçgeni", "Ölüm Üçgeni", "Büyü Denizi", "Atlantik Mezarlığı" gibi birçok isimler alan bu yöreye, "Bermuda" adı¬nın takılması, bu uçakların rotasının Bermuda'ya varan doğrunun üzerinde olmasından, ayrıca daha eski kaybolma olaylarının da, kuzey köşesi Bermu¬da olan bu alanda yer almasındandı. Fakat o güne kadarki yok olma olaylarının hiç biri, tüm manevra filosunun birden, arkadan gelen dev kurtarma uça¬ğı ve onun içindeki on üç kişilik personelle birlik¬te kaybolması kadar çok ilgi çekmemişti.
BERMUDA "ŞEYTAN. ÜÇGENİ
5 Aralık 1945 günü Fort Lauderdale'den ha¬valanan kurban filonun görevi "Uçuş 19"u gerçek¬leştirmekti. Uçaklarda beş subay pilot, dokuz da adı bilinen personel vardı. Bunlar bir uçağa iki ki¬şi olarak dağıtılmıştı. Fakat o gün içlerinden onun¬cu görevli eksikti. Çünkü o görevli, içine doğan bir kuşku nedeniyle, uçuştan affedilmek istemiş, ye¬rine de başka kimse verilmemişti. Uçaklar Navy Gruman TBM - 3 Avenger tipinde torpido bombar¬dıman uçaklarıydı. Bin mile yetecek yakıt taşıyor¬lardı. Hava sıcaklığı 65° F, güneş parlaktı. Gökyü¬zünde tek tük bulutlar dolaşıyordu. Rüzgâr kuzey¬doğudan, hafif esmekteydi. Aynı gün sabah uçuşu¬na çıkmış olan pilotlar, havanın uçuşa çok elverişli olduğunu rapor etmiş bulunuyorlardı. Uçuş 19 için süre iki saat olarak hesaplanmıştı. Uçaklar öğleden sonra, saat ikide havalanmaya başladılar. Sonuncu¬su 14.10'da tekerleklerini yerden kesti. 2500 saat¬lik uçuş tecrübesine sahip bulunan Albay Charles Taylor, filonun komutanıydı. Önce Bimini'nin kuze¬yindeki Chicken Shoals mevkiine yöneldiler. Ora¬da hedef üzerinden uçuş denemeleri yapılacaktı. Pilotlar da, personel de tecrübeli havacılardı. Uçuş 19'da beklenmedik bir olayla karşılaşılması için hiç bir neden yoktu.
Ama yine de bir şey oldu. Hem de çok kötü bir şey. Saat 15.15 de, hedef üzerindeki uçuşlar tamamlandıktan ve uçaklar doğuya doğru yönel¬dikten sonra, Fort Lauderdale kulesinde uçaklardan dönüş zamanlarını bildiren, iniş izni isteyen mesa¬jı bekleyen telsizci, uçuş komutanından hiç beklen¬meyen şöyle bir mesaj aldı:
BERMUDA "ŞEYTAN- ÜÇGENİ
Uçuş komutanı (Albay Charles Taylor): Kuleyi arıyorum. Âcil durum. Rotamızdan çıkmış gibiyiz. Karayı göremiyoruz... Tekrarlıyorum... Karayı göre¬miyoruz.
Kule: Pozisyonunuz nedir? Uçuş komutanı: Pozisyonumuzdan emin deği¬liz. Nerede olduğumuzdan emin olamıyoruz... Kay¬bolduk galiba...
Kule: Batıya doğru uçun. Uçuş komutanı: Batının hangi yanda olduğunu bilemiyoruz. Her şey bir tuhaf... Garip... Yönlerden bile emin değiliz... okyanus da her zamanki gibi de¬ğil...
Saat 15.30'öa, Fort. Lawtev&ale'deki kule gö-. revlisi, Powers'a seslenen bir mesaj kaydetti. Po-> wers, öğrenci pilotlardan biriydi. Arayan, Powers'-dan pusulasının ne gösterdiğini soruyordu. Powers'-in verdiği karşılık ise şöyleydi: "Nerede olduğumu¬zu bilmiyorum. Son dönüşten sonra kaybolduk ga¬liba." En yüksek rütbeli kule görevlisi bu arada Uçuş 19'un telsizcisini bulmuştu. Ondan şu mesajı aldı: "Pusulalarımın ikisi de çalışmıyor. Fort Lau-derdale'i bulmaya çalışıyorum... Keys üzerinde bir yerde olduğumu biliyorum ama, ne kadar kaymtş olduğumuzu bilemiyorum..." O zaman kule yetki¬lisi ona, güneşi soluna alıp kuzeye doğru uçmasını öğütledi. Böylelikle Fort Lauderdale Deniz-Hava üs¬süne varacaktı nasılsa. Buna karşılık şu sözleri duy¬du: "Şu anda küçük bir adanın üzerinden geçtik... Görünürde başka kara yok..." Demek ki uçak Keys üzerinde değildi. Orada olsa, Keys'in bir uzantısı bi-
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
çiminde olan karayı görebileceklerdi. Şu halde tüm filo, yönünü kaybetmiş demekti.
Filodan mesaj almak gittikçe güçleşiyordu. Bu¬nun nedeni statikdi. Görünüşe göre, filo da kule¬nin mesajlarını duyamıyordu. Ama bu arada kule, uçakların birbirleriyle yaptıkları konuşmaları alabi¬liyordu. Bu konuşmaların bazıları yakıt azalmasıyla ilgiliydi. Ellerinde yetmiş beş mile yetecek yakıt kaldığını söylüyorlardı. Ayrıca saatta yetmiş beş mil hızla esen rüzgârdan da söz edildi. Bütün aletlerin ve manyetik pusulaların bozulduğu, âdeta çıldırdığı söylendi. Her uçağınki başka bir yönü gösteriyor¬du. Bu süre içinde, Fort Lauderdale'in güçlü veri¬cisi bir türlü uçaklara ulaşamıyordu. Uçaklar arası konuşmalar ise hâlâ oldukça iyi işitilmekteydi.
Bu arada üste bulunan personel, Uçuş 19'un karşılaştığı terslik yüzünden çok heyecanlanmıştı. Dünya savaşı biteli henüz yalnızca birkaç ay oldu¬ğu için, bir düşman saldırısından bile söz edildi. Kurtarma uçağı hemen harekete geçirildi. Çift mo¬torlu Martin Mariner deniz uçağı, Banana River De¬niz-Hava Üssünden, on üç kişilik personeli ile ha¬valandı.
Saat dörtte kule birden Albay Taylor'un ko¬mutayı hiç sebepsiz başka bir pilota bıraktığını duy¬du. Yüzbaşı Stiver'e. Statik yüzünden ve fazla he¬yecandan gölgelenen bir mesaj, yine de anlaşıla¬bilir biçimde kuleye ulaşabildi: "Yerimizden emin değiliz... Üssün 225 mil Kuzeydoğusunda olduğu¬muzu sanıyoruz. Her halde Florida'yı geçmiş, Mek¬sika körfezine girmiş olmalıyız..." Bundan sonra
BERMUDA "ŞEYTAN. ÜÇGENİ
uçuş komutanının 180 derece dönüş emri verdiği anlaşıldı. Florida'ya dönmeyi amaçlıyor olmalıydı¬lar. Ama dönüşü yapar yapmaz, sesleri gittikçe azal¬maya başladı. Demek yanlış dönmüşler, üsten uza¬ğa, açık denize doğru uçmaya başlamışlardı. Bazı raporlara göre Uçuş 19'dan son alınan kelimeler şunlardı: "Biz galiba..." Mesajı dinleyenlerin bazı¬ları bunu izleyen sesler arasından aşağıdaki ke¬limeleri de duyabildiklerini ileri sürüyorlar: "...be¬yaz suya giriyoruz... Tümüyle kaybolduk..."
Bu arada kule, kurtarma uçağının havalanışın-dan birkaç dakika sonra, Martin Mariner'de görev¬li Albay Come'den genel mevkilerine ait bir mesaj aldı ve 6000 metrenin yukarısında kuvvetli rüzgâr¬lar bulunduğunu öğrendi. Bu da kurtarma uçağın¬dan gelen son mesaj oldu. Bundan kısa bir süre sonra, bütün arama birliklerine acele bir mesaj ve¬rilmiş, beş yerine, şu anda altı uçağın kayıp du¬rumda olduğu açıklanmıştı. On üç kişilik persone¬liyle, kurtarma uçağı da yok olmuştu.
Ne Uçuş 19'un uçaklarından, ne de onları kur¬tarmak üzere yola çıkarılan Martin Mariner'den bir daha mesaj alınamadı. Fakat Miami'deki Opa-Locka Deniz-Hava üssü, akşam saat 17.00'de "FT... FT..." şeklinde çok hafif mesajlar aldığını belirtti. Bu harfler, Uçuş 19'un telsiz şifre harfleriydi. Komuta¬nın uçağı FT-28 di. Ama bu telsizin kayıp filodan verilmesi ihtimali gerçekten çok zayıf görünmekte¬dir. Çünkü veriliş saati, uçakların yakıtı bittikten iki saat sonraya rastlamaktadır.
Kaybolma gününde başlatılması planlanan ilk arama, havanın kararmış olması nedeniyle ertelen-
BERMUDA .ŞEYTAN" ÜÇGENİ
di. O gece yalnızca Sahil Koruma Örgütü, kurtul¬muş olabilecek kişileri aramakla yetindi. Ertesi gün, şafağın ilk ışıklarıyla birlikte, eşi görülmemiş bir arama başlatıldı. Tarihte benzerine rastlanmayan bu aramaya 240 uçak, ayrıca Solomons uçak gemisin¬den 60 uçak, dört destroyer, birkaç denizaltı, on sekiz Sahil Koruma gemisi, arama ve kurtarma ge¬mileri, yüzlerce özel uçak, yat ve tekneye ek ola¬rak, Banana River Deniz-Hava Üssünün PBM'leriy-le, İngiliz Hava Kuvvetlerinin Baharha'larda bulunan birlikleri de katıldığı halde, hiç bir şey bulunamadı.
O aramada günde ortalama 167 uçuş yapıldı, şafaktan guruba kadar deniz düzeyinin 100 metre üstünden uçuldu, 380.000 mil karelik deniz ve ka¬ra, bu arada Atlantik, Karaip denizi, Meksika Kör¬fezi ve Florida'dan parçalar tarandı ve bütün ça¬balar toplam 4.100 saat sürdü. Bunun sonucu ola¬rak ne bir kurtarma salı, ne bir kalıntı, ne de bir yağ sızıntısı bulundu. Florida ve Bahama plajları haftalarca her sabah kontrol edildi, kayıp uçaklara ait bir parçanın oralara vurma olasılığı üzerinde du¬ruldu. Bütün çabalar başarısızlıkla sonuçlandı.
Üzerinde durulmadık hiç bir ipucu bırakılmadı. Kaybolma günü bölgeden geçmekte olan bir kar¬go uçağının, kırmızı bir ışık gördüğüne dair habe¬ri, önceleri Martin Mariner'in havada patlamasına yorumlanmıştı. Fakat sonradan bunun doğru olma¬dığı açıklandı. Daha sonra, bir şilep, saat 7.30 sı-ralarında bir patlama gördüğünü bildirdi. Ama eğer bu patlama, kayıp Avenger'larla ilgiliyse, uçaklar benzinleri bittikten saatlar sonra, hâlâ havada uçu¬yorlar demekti. Ayrıca, bütün uçakların bu biçim-
BERMUDA .ŞEYTAN" ÜÇGENİ
de iz bırakmadan yok olabilmeleri için, hepsinin bir araya gelip, birbirine çarparak patlaması gere¬kirdi. Üstelik telsizleri çalışmazken. Bu arada ne Uçuş 19'dan, ne de kurtarma ekibinden SOS çağ¬rısı gelmemiş olması ilginçtir. Denize mecburî iniş yapma durumu düşünüldüğünde, Avenger'lerin bu¬nu gerçekleştirebilecek yetenekte uçaklar olduğu¬nu, inişten sonra doksan saniye su yüzünde kala¬bileceğini, personellerinin ise altmış saniyede uçağı terk etmek üzere eğitilmiş olduğunu hatırlamak ya¬rarlıdır. Kurtarma salları uçakların dışında bulun¬maktadır. Yani her tür zorunlu inişte, sallar ken¬diliğinden yüzecek ve er geç bulunacaktır. Arama¬nın başlarında bazı görevliler denizde yer yer ka¬barmalar gördüklerini bildirmişlerdir. Fakat dalga¬lar birbirinden o kadar uzaktır ki, uçaklar gerekir¬se aralardaki düzlüklere inebilecek durumdadır. Son mesajda duyulan "beyaz su" sözü, bu bölgede ara-sıra karşılaşılan yoğun beyaz sisle ilgili olabilir. Görüşün azalmasını ve okyanusun her zamanki gö¬rünümünde olmamasını da bu varsayım açıklayabi¬lir. Ama ne olursa olsun, bundan pusulaların ve jiroskopların etkilenmesi olanaksızdır. Florida ile Ba¬hama arasında telsizlerin işlemediği bir ölü nokta da bulunmaktadır. Fakat uçakların sorunları, telsiz mesajları kesilmeden çok önce başlamıştır.
Donanma Soruşturma Kurulu, bütün verileri in¬celedikten, bu arada kule telsiz görevlisinin Savaş Divanına verilmesini de tartıştıktan sonra (bu gö¬revlinin bütün aletlerini uçakların havalanmasından önce kontrol ettiği saptanınca suçsuzluğu anlaşıl¬mıştır) olayın nasıl meydana geldiği konusunda,
BERMUDA -ŞEYTAN" ÜÇGENİ
incelemeye başlarken olduğu kadar karanlıkta bu¬lunduklarını kabul etmektedir. Hazırlanan raporun bir yerinde şöyle deniyor: "Verilen telsiz mesajında uçakların kaybolduğu ve puslalarının çalışmadığı belirtilmektedir." İstihbarat Subayı Yüzbaşı" W. C. Wingard ise, yaptığı basın toplantısında daha açık sözlü olmayı seçmiş: "... Soruşturma Kurulu üye¬leri olup bitenler hakkında geçerli bir tahmin ya¬pabilecek durumda bile değildir." Kurulun başka bir üyesi, bundan da süslü bir söz söylemiş: "San¬ki Mars'a uçmuşlar gibi, birden yok oluverdiler." işte bu söz, o günden bu yana Bermuda Üçgeninin ayrılmaz bir parçası haline gelen uzay yolculuk¬ları ve uçan daireler görüşünü ilk doğuran söz ol¬muştur. Ciddî araştırıcılar ve oseanograflar nasıl olup da bu kadar çok sayıda uçak ve geminin iz bı¬rakmadan yok olabildiği, nasıl bunca pilot ve yo!-cunun kayıplara karıştığı konusunda çeşitli düşün¬celer ileri sürmektedir. Olay sırasında Fort Lau-derdale Deniz-Hava Üssünde eğitmen subay olan Albay R. H. Wirsching bu "yokoluş"u yıllarca her yönüyle düşünmüş, sonunda bu olayı anlatırken "görünmez olmak" deyiminin kullanılması gerekti¬ğini, çünkü aslında Uçuş 19'un personelinin ger¬çekten öldüklerinin hiç bir zaman kanıtlanmadığını ileri sürmüştür. (Kurul'un tanık ifadelerini dinlemek üzere tertiplediği oturumlardan birine katılan an¬nelerden biri, "Sanki oğlum uzayın bir yerinde hâ¬lâ sağmış gibi bir havaya kapıldım" demiştir.) Mia-mi'de bulunan ve Üçgeni yıllardan beri gözleyen bi¬limci Dr. Manşon Valentine'ın aşağıdaki sözleri ise Miami News gazetesinde yayınlanmıştır: "Hâlâ bu-
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
radalar onlar. Ama başka bir boyuttalar. Belki bir uçan dairenin manyetik gücüyle yaratılan bir başka boyutta." Sahil Koruma Örgütünün görevlilerinden, Soruşturma Kurulunda da üyelik yapan bir genç, düşüncelerini çok daha açık ve basit biçimde dile getirmeyi seçmiş: "Oralarda ne haltlar döndüğün¬den hiç haberimiz yok." Son olarak, Kurul üyele¬rinden bir subayın daha ciddî bir ifadesini kayde¬delim: "...Bu eşi görülmemiş kayıp, tümüyle bir es¬rar perdesi altındadır. Deniz havacılığında bugüne kadar incelenmiş olayların en garibidir."
Facialarda, özellikle denizde yer aldıkları za¬man, genellikle bir 'inanılmaz rastlantı' niteliği bu¬lunur. (Stockholm şilebi, Andrea Doria yolcu gemi¬siyle çarpıştığı zaman, Doria'nın yolcularından yal¬nızca İspanyolca konuşabilen bir genç kız, çarpış¬ma sırasında kamarasının bir parçasıyla birlikte Stockholm gemisine, o gemide tek İspanyolca bi¬len denizcinin yanı başına uçmuştur.) Uçuş 19 ola¬yı da bu rastlantılar kuralına istisna yaratmamak¬tadır.
Burada sıraladığımız bilgilerin çoğu, o sıra Fort Lauderdale'de eğitmen subay olarak görevli bulunan R. H. Wisching'in notlarından alınmıştır. Bu notlar arasında uçuş gününün sabahı yer alan oldukça ilginç bir olay da dikkati çekmektedir. Bu olay, Uçuş 19'dan önce yapılan sabah uçuşu ile il¬gilidir. Heyecan yaratma bakımından öğleden son¬raki uçuşla karşılaştırılamayacak durumda olan bu sabah uçuşuna, genellikle pek dikkat edilmemekte¬dir. Hatta kaybolma olayıyla ilgili raporların bile
BERMUDA -ŞEYTAN. ÜÇGENİ
pek azı sabah uçuşuna değinmektedir. Oysa bu uçuşta da puslalar arıza yapmış, uçaklar üslerine dönecekleri yerde, elli mil kadar kuzeyde bir nok¬taya dönmüşlerdir.
Felâket öncesi uyarısının, Uçuş 19 grubundan iki kişiyi açıkça etkilediğini görüyoruz. Bu kişiler¬den biri uçuş eğitmeninin kendisidir. Uçuştan ön¬ce yapılan brifing toplantıs:na geç gelmiş ve gö¬revden affını dilemiştir. Bu dileğine hiç bir neden göstermeyen eğitmen, yalnızca bu uçuşta görev al¬mak istemediğini ileri sürmüş, yerine bir başkası bulunamadığı için dileği kabul edilememiştir.
İkinci uyarı, Albay Wirsching'in kendisinin de tanık olduğu bir olayla su yüzüne çıkmıştır. Bu, üzerinde o günden bu yana, enine boyuna konu¬şulmuş, tartışılmış bir olaydır. Uçuş 19'da görevli olan onbaşı Allan Kosnar, zamanında görev yerine gelmemiştir. Sonradan basında, onbaşının şöyle söy¬lediği yayınlanmış bulunuyor: "Nedenini bilmiyorum ama, o uçuşa katılmamaya karar verdim." Albay Wirsching'in notlarından bu onbaşının Guadalca-nal'da çarpışmış tecrübeli bir denizci olduğunu, ter¬hisine dört ay kaldığını ve bu olaydan aylarca önce, uçuş hizmetlerinden affını istediğini öğreniyoruz. 5 Aralık günü de aynı konu görüşülmüş, Wirsching on¬başıya, uçmamak için görevli çavuştan izin alma¬sını söylemişti. Onbaşı gerekli izni aldı, böylelikle Uçuş 19, bir kişi eksik kadroyla havalandı. Uçak¬ların tehlikede olduğu anlaşıldığı zaman, Albay Wirsching gönüllü aramak üzere yatakhaneleri do¬laştığında, ilk karşılaştığı insan Onbaşı Kosnar ol¬du. Onbaşı; "Bana çavuştan izin istememi söyle-
BERMUDA .ŞEYTAN" ÜÇGENİ
mistiniz," dedi. "istedim, o da verdi. Şimdi kaybo¬lan da, benim katılacağım uçuştu."
Garip olan nokta, uçağa binerken kadronun eksiksiz olduğuna ilişkin rapordur. Sanki son an¬da başka birisi sıraya girmiş ve uçuşa katılmış gi¬bi. Bu yüzden üste, saatta bir sayımlar ve yokla¬malar yapılmış, kaybolan bir kişinin kim olduğu bu¬lunmak istenmiştir. Oysa üssün tüm kadrosu yerin¬dedir. Bu yüzden "Eksiksiz Kadro" raporu da bu oiaya eklenecek yeni bir bilmece olarak kalmaya mahkûmdur.
Bir de, olaydan tam yirmi dokuz yıl sonra or¬taya çıkan garip açıklamaya değinelim. 1945'den bu yana Uçuş 19 olayını inceleyen muhabir-yazar-konferansçı Art Ford, 1974 yılında bir televizyon programında, eskiden duyduğunu ileri sürdüğü şöy¬le bir bilgiyi açıklamıştır. Kaybolma sırasında Al¬bay Taylor telsize şu sözleri söylemiş: "Peşimden gelmeyin... bunlar uzaydan gelmişe benziyor." Ford bu bilgiyi kendisine yıllar önce, olay sırasında, rad¬yoya meraklı bir amatörün verdiğini, bu yüzden ken¬disinin o sırada bunu pek de önemsemediğini, ama¬törlerin hareket halindeki bir uçaktan gelen mesajı okumakta güçlük çekeceğini düşünerek, ayrıca he¬yecanın ve her tür dedikodunun da fazlalığı nede¬niyle, üzerinde durmadığını söylemiştir.
Fakat daha sonraki incelemeleri sırasında, ev¬lâtları o gün kaybolan ana-babaların baskısıyla ha¬zırlanan son bir resmî raporda, kule ile uçaklar ara¬sında gidip gelen mesajları okurken dikkatini çe¬ken bir noktaya rastlamıştır, önceden gizli olan bu
BERMUDA "ŞEYTAN. ÜÇGENİ
resmî raporu ancak kısmen inceleme izni alabilen Ford, burada amatör kısa dalga radyo meraklısının kendisine verdiği cümlenin bir parçasını bulmuştur. "Peşimden gelmeyin", önemli sayılabilecek bir nok¬ta, bu sözün daha önceki raporlara hiç alınmayışı¬dır. Buradaki bu "öteki dünyaların işe karışması" fikri, diğer bazı kaybolma olaylarında da sezilmek¬tedir.
Bermuda Üçgeni içinde bu olaydan önce ve sonra, bir sürü gemi, yat ve diğer taşıtların yok ol¬masıyla karşılaşılmışsa da, Avenger'larla Martin Ma-riner'in kaybı, uçakların da üçgene kurban olabile¬ceklerinin ilk belirtisidir. Bu olaydaki kadar çok sa¬yıda ve tecrübeli deniz-hava birliklerinin, bu çapta katıldığı bir aramaya daha önce hiç rastlanmamış¬tır. Bundan sonra uçak kaybolma olaylarının her birinde yoğun arama işlemlerine girişilmiş, kurban¬ları kurtarmaktan çok, başlarına gelenin ne oldu¬ğunu anlamaya dönük aramalar yapılmıştır.
Uçuş 19 olayından sonra, ticarî, özel ve as¬kerî uçakların yok olması da, artık normalleşen ge¬mi kayıpları gibi, can sıkıcı bir düzenlilikle yer al¬maya başladı. Bu yeni olayların yıllar önce yer alan olaylardan tek farkı, bugün hava kurtarma ekiple¬rinin üslerle radyo bağlantıları, ileri teknolojik alet¬ler ve geliştirilmiş arama yöntemleri sayesinde, her yok olma olayının daha etkin biçimde incelenme¬si, araştırılmasıdır.
1947 yılının 3 Temmuz günü, altı kişilik perso¬neliyle Bermuda'dan Morrison Askerî Havaalanına (Palm Beach) uçmakta olan U.S. Army C-54 uça-
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
ğı, Bermuda ile Palm Beach arasında bir yerde yok oldu. Uçağın son bilinen pozisyonu, Bermuda'dan yüz mil kadar uzakta bulunmasıydı.
Hemen yoğun bir deniz-hava aramasına geçil¬di. Kara ve Deniz Kuvvetleriyle Sahil Koruma ör-gütü görevlileri yüz mil karelik denizi taradılar, fa¬kat orada (kayıp uçakla ilişkisi saptanamayan bir¬kaç koltuk yastığı ile bir oksijen tüpü dışında) hiç bir şey bulamadılar. Ne bir kalıntı, ne de bir yağ izi. Kayıp olayları sıralandıkça endişe verici bir gerçek daha ortaya çıktı. Yok olma olayları çoğun¬lukla turizm ve otelcilik sezonunun doruğunda, Ka¬sım ile Şubat ayları arasında yer alıyor, bir çoğu da özellikle Noelden birkaç hafta önce, ya da bir¬kaç hafta sonra oluyordu. Eskiden bir Lancaster bombardıman uçağıyken sonradan yolcu uçağına dönüştürülmüş bulunan, dört motorlu Tudor IV İn¬giliz uçağı Star Tiger, 29 Ocak 1948'de Asor'dan Bermuda'ya doğru uçarken kayboldu. İçinde altı personel ve yirmi beş yolcu vardı. Yolcular arasın¬da İngiltere'nin İkinci Dünya Savaşı hava mareşal¬lerinden Sir Arthur Cunningham da bulunmaktaydı. Programa göre Star Tiger gece saat 22.30'da Ber-muda'daki Kindley Field havaalanına inecekti. İniş¬ten kısa bir süre önce pilotun kontrol kulesine ver¬diği mesajda, "Hava çok uygun, tam dakikasında inebileceğimizi sanıyorum," dediği duyuldu. Uçağın o andaki pozisyonu Bermuda'nın 380 mil kuzeydo¬ğusuna düşüyordu.
Bir daha mesaj gelmedi ama, Star Tiger da gelmedi. Ne bir SOS, ne de uçağın bozulan koşul¬lar altında seyrettiğine dair bir belirti alındı. Gece
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
yarısı Star Tiger'ın geciktiği kaydedildi. Ertesi gün olan 30 Ocak günü, yoğun bir kurtarma ve arama işlemine girişildi. Otuz uçak ve on gemi, bölgeyi günlerce taradı, fakat sonuç alamadı. Yalnızca 31 Ocak günü, Bermuda'nın kuzeybatısında birkaç ku¬tuyla birkaç boş yağ varili bulundu. Ama eğer bun¬lar Star Tiger'a aitse, demek uçak başına gelen o bilinmez belâya uğramadan önce, rotasından yüz¬lerce mil uzaklaşmış bulunuyordu. Oysa pilot kule ile kurduğu son bağlantıda ne rotasında, ne de uça¬ğın çalışmasında hiç bir bozukluktan söz etmemişti.
Aramalara devam edilirken Atlantik kıyısındaki birçok amatör radyo meraklısı, noktalarla verilen karmaşık bir mesaj kaydettiklerini ileri sürdüler. San¬ki Mors alfabesini bilmeyen biri mesajları düşüne taşına gönderiyormuş gibi. Noktalar "Tiger" harf¬lerini veriyordu. Bu sırada Newfoundland'daki Sahil Koruma örgütünden, daha da garip bir haber geldi. Noktalamalar sona erdikten sonra birisi sesli mesaj vermiş, aşağıdaki harfleri tekrarlamıştı:
G-A-H-N-P.
Bunlar, kayıp Star Tiger'ın şifre harfleriydi.
Bu mesajların taklit olduğu kanısına varıldı, özellikle bazı kimselerin faciaları nasıl merakla iz¬ledikleri, böyle şeylerden nasıl zevklendikleri bilin¬diği için, birinin böyle bir muzipliğe kalkışması ger¬çekten de olmayacak şey değildi. Fakat bu olayın Uçuş 19'dan Miami'ye, hemen hemen uçağın ben¬zini bittikten iki saat sonra gelen mesajı hatırlat¬tığı, sanki kaybolan uçak, uzayın ya da zamanın
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
içinde gittikçe uzaklaşıyormuş gibi bir duygu ya¬rattığı da inkâr edilemez.
İngiltere Sivil Havacılık Bakanı, Star Tiger so¬rununu incelemek üzere, derhal Lord Macmillan başkanlığında bir Soruşturma Kurulu topladı. Ku¬rulun raporu, uçağın kaybolmasından sekiz ay son¬ra yayınlandı. Rapora göre Star Tiger'ın radyo ve¬ya mekanik aygıt bozukluklarından, benzin bitme¬sinden, ineceği alanı bulamamasından, meteorolojik olaylardan, ya da yükselti hatalarından ötürü deni¬ze düşmüş olamayacağı ileri sürüldü. Tudor IV uçaklarının dizaynı ve yapısı göz önüne alındığında "Star Tiger"da teknik hatalar ve eksiklikler bulun¬ması, standartlardan ayrılması da söz konusu de-ğil"di. Kurulun bu konuda vardığı yargı, Üçgen için¬de yok olan bütün uçaklar için de geçerli bir yar¬gıydı:
"Bu kadar şaşırtıcı bir sorunun bugüne kadar soruşturma konusu olmadığını söylemek abartma sayılmaz... Star Tiger'ın başına gelen felâket için hiç bir geçerli delil ve neden görülemediğinden, kurulumuz ancak bazı düşünceler sıralamakla ye¬tinecektir. Fakat bunların hiç biri bir olasılık bile sayılamaz. İnsanla makinenin işbirliği yaptığı her çalışma alanında, farklı karakterde iki öğe vardır. Bunlardan biri, çok iyi bilemediğimiz faktörlere bağ¬lı olan insan dengesi, ikincisi ise, bambaşka kural¬lara bağlı olan mekanik öğedir. Bunların herhangi birinde ya da ikisinde birden arızalanma olabilir. Ya da bir dış etken, hem insanı hem de makineyi etkisi altına alabilir. Bu olayda ne olduğu hiç bir zaman bilinemeyecektir."
BERMUDA -ŞEYTAN" ÜÇGENİ
Star Tiger'ın yok oluşunun birinci yıldönümün¬den on iki gün önce, olağanüstü ve kuşku veren bir rastlantıyla, kayıp uçağın ikizi olan ve aynı şir¬ketin malı olan Star Ariel, yedi personeli ve on üç yolcusuyla, Bermuda'dan Jamaica'ya uçarken, 17 Ocak 1949 günü kayboldu. Aslında Londra'dan gel¬mekte olan uçak Santiago'ya (Şili) gidiyordu. Ber-muda'ya inmesi, önündeki on saatlik uçuşa yete¬cek kadar yakıt almak amacıylaydı. Uçak Bermu¬da'dan sabah saat 7.45'de havalandı. Deniz sakin, hava güzeldi. Kalkıştan elli dakika sonra kaptan pilot Bermuda'yı arayarak şu mesajı verdi:
"Bermuda'dan Kingston - Jamaica'ya uçmakta olan Ariel'in kaptanı McPhee konuşuyor. Uçuş yük¬sekliğine çıktık. Hava güzel. Kingston'a varış prog¬rama göre olacak... Kingston'u aramak üzere rad¬yo frekansını değiştiriyorum."
Star Ariei'den bir daha mesaj gelmedi.
Aramalar başladığı sırada, bölgede manevra yapmakta olan bir Amerikan Donanma Birliği var¬dı. İki uçak gemisi, uçaklarını Sahil Koruma kuv¬vetlerine yardıma gönderdiler. İngiliz uçakları da Bermuda'dan ve Jamaica'dan geldi.
Yüzey aramasına kruvazörler, destroyerler ve Amerikan savaş gemisi Missouri ile, o sıra o yörede bulunan ticarî gemiler de katıldı. Bütün gemilere gönderilen radyogram aşağıdaki gibiydi:
1242gmt 17 ocakta jamaica'ya git¬mek üzere bermuda'dan havalanan British south American havayolları¬nın STAR ARİEL/GAGRE UÇAĞI SON ME-
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
SAJINI VERDİĞİ ZAMAN BERMUDA'NIN ON BEŞ MİL GÜNEYİNDE 216 DERECE ROTASI ÜZERİNDEYDİ. MESAJ 1337GMT 17 OCAK TARİHLİYDİ.
BÜTÜN GEMİLERİN UÇAK DÖŞEMELE¬RİNE VEYA MAVİ YASTIKLARA, YA DA BU¬NA BENZER KALINTILARA RASTLADIKLARI TAKDİRDE BU İSTASYONA BİLGİ VERMESİ RİCA OLUNUR. UÇAĞA AİT TÜM EŞYALARIN ÜZERİNDE BSAA MARKASI BULUNMAKTA¬DIR.
Yetmiş iki uçak yan yana, zaman zaman ka¬nat kanata uçtu, okyanusun 150.000 mil karelik ala¬nını taradı. Uçağa ait bir tek kalıntı bile bulama¬dılar. 18 Ocak günü, deniz üzerinde garip ışıklar görüldüğüne dair mesajlar hem bir İngiliz, hem de bir Amerikan uçağından geldi. Fakat o yöreye gön¬derilen arama ve kurtarma birlikleri hiç bir şey bulamadılar. 22 Ocak günü, Hava Kuvvetleri ara¬maya son verdi.
Bu iki İngiliz uçağının yok olması arasında bir yıl bile geçmiş değildi. Uçakların aynı şirketin ma¬lı olması, aynı yörede yok olması, akla sabotaj ola¬sılığını getiriyordu. Bugün olsa, herkes en önce uçakların kaçırılmış olduğunu düşünecekti kuşku¬suz. İngiliz Soruşturma Kurulu bütün olasılıkları, bu arada pilot ve personel eğitimini, alet durumunu, hava koşullarını incelediyse de hiç bir ipucu elde edemedi. Raporlarında, "... enkaz bulunamaması nedeniyle kanıt da bulunamadığı için Star Ariel'in
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
kazaya uğrama nedeni bilinememektedir," deni¬yordu.
O sırada ileri sürülen bir düşünce üzerine, uçağın yangın söndürücülerinden sızan metil bro-mid'in, basınç devresine geçmesi ve bir patlamaya yol açabileceği akla geldi. Bu durum gerçekten, bir tek uçağın kaybına neden olabilirdi ama, aynı böl¬gede yok olan birçok uçak için aynı olağanüstü durumu düşünmek mümkün değildi.
Star Ariel'in bu kadar yoğun biçimde aranma¬sının nedenlerinden biri de, bu olaydan çok az ön¬ce, 28 Aralık 1948 günü San Juan'dan Miami'ye uçmakta olan bir DC-3'ün, sabahın erken saatlerin¬de, taşıdığı otuz altı kişiyle birlikte yok olmuş ol¬masıydı. Bu uçağın aramasına henüz bir hafta ön¬ce son verilmişti. O aramada da kırk askerî uçak, sayısız gemi, 300.000 millik okyanusu ve kıyıları ta¬ramış durmuşlardı. Aslında DC-3'ün yok oluşu, öte¬ki iki uçaktan daha bile şaşırtıcıydı. Bu uçak da gü¬zel bir havada, gece uçuşu için havalanmış, saat 22.30'da tekerleklerini yerden kesmişti. Uçuş sıra¬sında bir ara kaptan pilot Robert Linquist telsize şöyle demişti: "Belki inanmazsınız ama, biz hep bir ağızdan Noel şarkıları söylüyoruz burada." (Bu söz yok olma olaylarının yoğunlaşma mevsimini akla getiriyor.)
DC-3'ten gelen bir mesaj, sabah saat 4.13'de Miami kulesi tarafından kaydedildi: "Alana yaklaşı¬yoruz... Şu anda elli mil güneydeyiz... Miami'nin ışıkları görünmeye başladı. Her şey yolunda. İniş talimatını bekliyoruz." Bir daha uçaktan ses gel¬medi. Kara ve deniz aramaları hiç bir enkaz bula-
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
madı. Kimse kurtulamadığı gibi, personelin ve yol¬cuların başına gelen de hiç bir zaman öğrenileme¬di. Kaptan, uçağın yerini elli il güneyde olarak tarif ettiğine göre, havada bir patlamanın, bir ışı¬ğın, ya da bir SOS veya MAYDAY çağrısının fark e-dilmemesi ayrıca ilginç. Uçağın yok olduğu yer Keys üzerinde olduğu için, derinliği ancak yirmi metre olan, duru sular üzerinde demektir. Bu durumda uçağın bulunamamasına, tanınmamasına olanak var mı? Bunun gibi, alana inmek üzereyken yok olan başka uçak olayları da vardır. Biraz sonra görece¬ğimiz gibi, bir gemi, yanaşacağı limanın görüş ala¬nına girdikten sonra yok olmuştur.
Kaybolan büyük uçaklara hep aynı şey olmak¬tadır. Önce normal bir uçuş, sonra... hiç bir şey... ne enkaz, ne yağ, ne yüzen kalıntılar, ne de kö¬pekbalıklarının kuşku verecek biçimde toplandığı bir alan.
Daha küçük uçaklar da bu arada yok olmaya açıklarında yok olan küçük uçakların sayısı dokuz-devam ettiler. 1949'un Aralık ayı içinde, Florida du. Kayboluş biçimleri böylesine kuşku uyandıra¬cak durumda olmasa bile, sırf sayının yüksek ol¬ması bile, alanda bir tehlike bulunduğunu açıkça ortaya koymaya yeter.
Uçakların kaybolması 1950'ler boyunca da sür¬dü. Mart 1950'de U.S. Globemaster adlı uçak, İr¬landa'ya giderken, üçgenin kuzey ucunda kaybol¬du. 2 Ocak 1952'de otuz üç yolcu ve tayfa taşıyan bir İngiliz uçağı, Jamaica'ya giderken, yine üçgenin kuzey ucunda kayıplara karıştı.
30 Ekim 1954'de bir Amerikan deniz kuvvetleri
BERMUDA "ŞEYTAN" ÜÇGENİ
uçağı, kırk iki kişi tutan yolcu ve personeliyle bir¬likte, Maryland'dan Asor'lara uçarken yok oldu. 200'ü aşkın uçakla birçok gemi, yüzlerce mil kare¬lik okyanus parçasını taradıysa da, hiç bir şey bu¬lamadı. Bazı başka kaybolma olaylarındaki gibi, bunda da uçak ortadan yok olduktan az sonra, bel¬li belirsiz bir SOS çağrısı alındı.
5 Nisan 1956'da, sivil kargo uçağı haline geti¬rilmiş bir B-25, üç kişilik personeliyle, Bahama'-lardaki Andros adasının doğusunda, bir mil derin¬liğindeki bir su altı vadisinin üzerinde kayboldu.
Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait bir Martin Marlin P5M, dokuz kişilik personeliyle, kontrol uçu¬şu sırasında, 9 Kasım 1956 günü yok oldu.
8 Ocak 1962 günü Virginia'daki Langley Ha¬va Kuvvetleri Üssünden Asor'lara gitmek üzere ha¬valanan Amerikan Hava Kuvvetlerinin KB-50 tan¬ker uçağı, tıpkı 1954'deki Super Constellation uçağı gibi kayboldu. Bunda da, anlaşılmaz bir güçlükten söz eden hafif bir radyo mesajı alındı. Tıpkı öteki olaylardaki gibi, yine ne bir enkaz, ne de olayı anlatacak bir belirti bulundu. Bu olayların her bi¬rinde personelin elinde yeterince kurtarma gereci bulunduğu bilindiğinden, uçağın başına gelen her ne ise, çok çabuk geldiği varsayılabilir.
Uçuş 19 pilotlarındaki şaşkınlığı hatırlatan bir olay da, Bahama'lardaki Nassau adasına uçarken, Büyük Abaco adası yakınlarından geçen bir özel uçağın SOS çağrısında tekrarlandı. Hava çok açık olmasına rağmen, pilot sis içinde uçmakta oldu¬ğunu söylüyordu. Ne kendi pozisyonunu biliyor, ne
BERMUDA "ŞEYTAN- ÜÇGENİ
de altındaki adaları görüyordu. Oysa çevredeki in¬sanlar, bölgede görüşün çok iyi olduğunu belirt-mekteydiler.
28 Ağustos 1963'te iki uçağın kaybolması da, önce bir yok olma sanıldı. Fakat enkaz bulununca, sorun daha da derinleşti. Bunlar dört motorlu KC-135 jet Stratotanker'lerdi. (Üçgende ilk jet olayı). Florida'daki Homestead Hava Üssünden Bermuda'-ya doğru uçarken, üç yüz mü güneybatıda kay¬boldular. Yoğun bir arama sonucu, kayıp uçaklar olduğu sanılan bir enkaz, Bermuda'nın 260 mil gü¬neybatısında bulundu. Yetkililer bu durumda iki uçağın çarpışmış olabileceğine karar verdiler. Fa¬kat birkaç gün sonra, 160 mil uzakta ikinci uçaktan da enkaz bulundu. Eğer hava kuvvetlerinin ifade ettiğine göre, birbirine yakın uçmadıkları halde, ara¬larında yine de bir çarpışma olabilmişse, enkazları birbirinden ayıran etkenin okyanus akıntılarından daha hızlı hareket eden bir etken olması gerekirdi. Yok eğer her iki uçak ayrı ayrı, fakat aynı anda düşmüşse (Avenger'ler gibi), o zaman da neden aletlerinin böyle birlikte bozulduğu düşünülmeye de¬ğerdi.
Ertesi ay, 22 Eylül'de, Delaware'den Asor'lara uçmakta olan C-132 kargo uçağı yok oldu. Pilo¬tun son mesajı, Jersey kıyılarından seksen mil ka¬dar güneyde bulunduğunu belirtiyordu. 25 Eylül'e kadar sürdürülen büyük çapta arama sonucu hiç bir enkaz bulunamadı.
5 Haziran 1965'de, on personel taşıyan C-119 uçağı, Homestead Hava Üssünden Büyük Türk ada¬sına uçarken yok oldu. Son alınan mesaja göre
BERMUDA "ŞEYTAN. ÜÇGENİ
uçak, ineceği alandan 100 mil uzakta olduğunu be¬lirtiyordu. İniş bir saat sonraydı. Başka mesaj alı¬namadı. Beş gün beş gece süren aramalar sonu¬cu hiç bir şey bulunamadı. Avenger'ların ve diğer kayıp uçakların olaylarında görüldüğü gibi bu se¬fer de son anlarda, gittikçe hafifleyen, işitilmez olan radyo mesajları alındı. Sanki bir engel, se¬sin gelmesine olanak vermiyormuş, ya da uçak git¬tikçe uzayın ve zamanın ötesine uzaklaşıyormuş gi¬bi. Aynı anda C-119'un rotasında, fakat ters yönde uçmakta olan bir uçağın hava koşullarını iyi, gö¬rüş uzaklığını çok açık olarak tanımladığını bilmek de ilginçtir.
1945'le 1965 arasında bu alanda on beş kargo uçağı ve bir sürü de yolcu uçağıyla askerî uçak kayboldu. Olaylar hiç de son bulacağa benzemi¬yordu.
7 Haziran 1964 günü Nassau'dan Büyük Türk Adasına hafif bir uçakla uçmakta olan ehliyetli pi¬lot Carolyn Cascio'nun da yok olmadan önce ver¬diği mesajlar ilginçtir. Büyük Türk adasının bulun¬ması gereken yere varınca, Bayan Cascio telsizde yönünü bulamadığını, iki yabancı adanın üzerinde dönüp durmakta olduğunu söyledi. "Boş bu ada¬lar... Bir kurtuluş yolu yok mu?" dediği duyuldu. Garip olan bir nokta, aynı sıralarda Büyük Türk adasında bulunanların da gökte hafif bir uçağın ya¬rım saat kadar dolaşıp sonra gözden kaybolması¬nı görmüş olmalarıydı. Yerdekiler uçağı bu kadar iyi görürken, pilotun adadaki binaları görememesi nasıl açıklanabilirdi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder